hosgeldınız beyler
  Kurân-ı Kerîm'de Her Şey Var Mı?
 

Kurân-ı Kerîm'de Her Şey Var Mı?

Akhenaton

Ziyaretçi yorumlarında en çok karşılaştığım eleştiri herhalde şudur: «Bu, Kurân'da var mı? Yoksa neden buraya koyuyorsunuz?!» O zaman sormak gerekiyor, bir şeyin var olmadığını ispat için Kurân-ı Kerîm'i kıstas almak ne derece doğrudur ya da ne derecede yanlıştır...

Kendimize ilk sormamız gereken; Kurân-ı Kerîm'in KAPSAMI ve İÇERİĞİDİR. Kapsam olarak baktığımızda yaklaşık 114 sûre (bölüm), 6666 cümleden ibâret olan Yaratıcımız'ın biz kullarına bir mektubudur. Ebâd olarak yaklaşık 600 sayfalık bir mektup. Peki bu 6666 cümle ya da 600 sayfa; kâinatta var olan her şeyi ama her şeyi içine alabilir mi? Kurân-ı Kerîm, bir ansiklopedimidir ki, Allah-u Teala'nın sonsuz ilmiyle yarattığı tüm kainat ve varlıkları madde madde sıralasın, bize bu sonsuz yaratılışın dökümünü çıkarsın? Böyle yanlış yargıya kapılmak, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini hafife almak, hiçe saymak olmaz mı? Bu, Rabbimizin sanatını küçümsemek olmaz mı? 600 sayfaya bu sonsuz olmayan; fakat genişledikçe genişleyen evreni tüm detaylarıyla sığdırabilmek mümkün mü? Değil 600 sayfaya; 600 katrilyon ciltlik bir ansiklopediye bile tüm bu sanattaki ilmi, sanatı sığdırabilir misiniz? Kurân-ı Kerîm, bir "ansiklopedi" değil; bir "rehber", bir "kılavuz" ve tüm insanlığa gönderilmiş bir "çağrı"dır. Kurân-ı Kerîm, Bir "hakikat habercisi", sonsuz ahiret hayatı için bir "yol gösterici", ebedî mutluluk ve yaşamın "anahtar"ı, insanın ve rûhun "kullanım kılavuzu"dur. Siz, bir televizyon aldığınızda, size yanında da bir kullanım kılavuzu verirler ya. Aldığın bu televizyonu şöyle şöyle kullanacaksın, kanalları şöyle bulacaksın, şöyle açacak ve şöyle kapayacaksın vs. İşte Kurân-ı Kerîm de kendinden önce gönderilmiş tüm suhûflar gibi insana, kendisine bu hayat emanetini nasıl kullanacağını anlatan bir "kullanma kılavuzu"dur. Sana göz vermiştir; ama kainattaki o muhteşem sanatını görüp bu sanatı takdîr edebilmen için. Sana akıl vermiştir; bu dünyaya geliş amacını düşünmek, yaratılış gayeni anlamak ve bu imtihan dünyasında doğruyla yanlışı ayırt edebilmek, ilim öğrenmek, düşünmek, tefekkür etmek ve yaratılışın en ince noktalarını kavrayabilmek için. Ve o aynı kudret'in verdiği tüm diğer emanetler. Senin olmayan, sadece sana emanet olan kusursuz âzâlar.

Kurân-ı Kerîm, bir "boy aynası"dır. Bu aynanın karşına geçersiniz ve kendinizi seyredersiniz. Evet, aynen kendinizi seyredersiniz... Çünkü size SİZİ anlatır. SİZ'den bahseder. Bu dünyaya geliş amacınızdan, varoluş gayenizden ve bu mutlak varoluşun karşısında aldığınız garddan bahseder. «İnsan, nankördür.» der. Kendisine verdiğimiz ve nimetlendirdiğimiz şeylerde Rabbinden yüz çevirir. Sadece zor kaldığı zamanlarda Rabbine sığınır ve Allah, onun başındaki bir felaketi kaldırdığı zaman da tekrar Rabbini unutup O'ndan yüz çevirir. Başına bir musîbet geldiği zamanlarda, bu dünyanın sadece bir imtihân dünyası olduğunu unutup NEDEN EY RABBİM! NEDEN BAŞIMA BUNLAR GELDİ diye Rabbini suçlar. Oysa, Allah, hiç kimseye zulmetmemiştir. İnsan, sadece başkalarının kendisine ettiği zulümlere uğramış, ve bunu zulmü Rabbinden bilerek KENDİ NEFSİNE ZULMETMİŞTİR. İnsan, sabırsızdır. Doyumsuzdur. Aç gözlüdür. Nefsinin isteklerinin peşinden gider. Oysa nefsi, onu hep felakete sürükler. Kendisine verilen göz emanetini harama bakmak için kullanır. Akıl emanetini İbrahim gibi Rabbini arayacağı yerde kötü düşüncelerle besler ve sinsilikle doldurur. Ellerini, ayaklarını, hep yanlış gayelerde kullanır. Çalmak için, insanları öldürmek için, Allah'ın yasakladığı yönde yürümek için... İNSAN, ZİYANDADIR. En büyük ziyansa, sadece dünya için yaratıldığını zannedip sadece bu dünya için meşgul olmaktır; sâlih ameller işleyenler, birbirlerine Hakk'ı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler dışında... İşte biz o aynaya baktığımızda, yaratılışımızdan beri gelen serüvenimizi, kişiliğimizi görürüz ve bize rûhumuzu tüm çıplaklığıyla gösteren bu aynada, kendimize ÇEKİ DÜZEN VERİRİZ. Ölülerden çok bizim ihtiyacımız vardır ona... Mezarlardan, kabirlerden çok bizim evlerimizin, hanemizin, zihinlerimizin, kalplerimizin ihtiyacı vardır. Çünkü kalpler, sadece Allah'ı anmakla mutmaîn olur, huzûra erer.

Rûhumuzun kullanma kılavuzu o Şerefli Kitap, tüm rûhların hakikati unutup ruhsal hastalıkların, depresyonların reçetesini verir bize... O Kitâb'ı ve içindekileri unuttuğumuz içindir bu kargaşamız; hayatımızın bir döneminde hayatın iplerini elimizden kaçırışımız, KAYBOLUŞUMUZ, kimliğimizi ve şahsiyetimizi unutuşumuz ve arzûlarından başka artık hiçbir şeyi tanımayan, "Esfel-i Safilîn"e, yani yaratılmış olanların en alt seviyesine inmiş, nefsinin ve irâdesinin sahibi değil onun kölesi olmuş bir BİZ buluruz ellerimizde kalan... Hayatımızın amacını, gayesini, rûh dünyamızın kargaşalığına karşı o reçeteyi aramak yerine, bir yaprak gibi oradan oraya savrulur dururuz. Ruhsal hastalıklarımızı tedavi etmek, düştüğümüz bu dipsiz gayya çukurunun içinden çıkmak için ilaçlara sarılırız sonra da... Ama Rûh'un bilgisi, unutmuşuzdur ki sadece Allah katındadır ve Rûh'umuzdaki bu yaraları saracak, sadece o sonsuz MERHAMET, RAHMET, SIFAT-I RAHMANİYYE'dir.

Demek ki, Kurân-ı Kerîm, her ilmi madde madde sıralayan bir ansiklopedi ya da ciltler dolusu bir kitap değil; tüm insanlık için hem bu dünyada hem de mutluluğa ve bahtiyarlığa ulaştıracak bir YOL GÖSTERİCİDİR. Evet, geçmiş kavimlerin kıssalarını örnekler; ama Hz. Adem'den beri gelen insanlığın bütün şeceresini sizea dökmez. Düşünün, sadece evvelki nesillerin, şu anki neslin ve gelecek nesillerin bile isimlerini tek tek saymak, milyonlarca, milyarlarca ciltte bir kitabı oluşturacaktır. Sadece bu isimler bile bu kadar yer tutuyorken, kainattaki bu sonsuz ilmin ne kadar yer kaplayacağını varın siz düşünün... Tarihi, coğrafyayı, matematiği, felsefeyi fiziği, edebiyatı, kimyayı, biyolojiyi, din bilimlerini, astrolojiyi, tıbbı, medeniyetler tarihini, daha adlarını sayamadığımız onca bilim dalını... Kaç milyon cilt ederdi, kaç milyar, kaç trilyon, kaç trilyar, kaç katrilyon, kaç katrilyar ilh.

Peki tüm bu ilimlerin herhangi bâbından herhangi biri, Kurân-ı Kerîm'de geçmiyor diye siz, bu tek bir "şey"i reddedebilir misiniz? Örneğin, tarihte Büyük İskender diye biri yaşamış. Kurân'da bu yok diye, hayır, öyle biri hiç yaşamamıştır mı diyeceksiniz? Ya da Kurân'da geçen Sodom ve Gomore halkı, helâk edilen diğer kavimlerin yanında onlarca medeniyet kurulmuş, onlarca kavim gelip geçmiş. Peki siz, Kurân'da bu kavimlerin ismi geçmiyor diye bu kavimlerin varlığını inkâr edebilir misiniz? Hadi diyelim Türkiye... Kurân-ı Kerîm'de geçmiyor. Öyleyse böyle bir ülke hiç yoktur diye mantıkdışı bir cümle söyleyebilir misiniz? Peki nerde yaşıyorsunuz?  Kurân'da peki, Türkiye diye bir ülke geçmiyor; siz, nerde yaşıyorsunuz? Kurân'da Türklerden hiç bahsedilmiyor. Ne yani siz, hiç yok musunuz? Kurân'da sizden bahsedilmiyor diye siz hiç var olmadınız mı ve şu anda sadece bir hayâlden mi ibâretsiniz? Hadi en marjinal bir örneklemeye gidelim; Kurân'da UFO'lardan ya da insan dışındaki canlılardan hiç bahsetmiyor demekle kendimize kesin bir kanıt göstermiş olur muyuz? Kurân'da insan formu dışında sadece "Şeytan", "melek" ve "cin" geçiyor diye (Hayvanları ve bitkileri hesaba katmazsak) başka hiçbir canlı türünün olmadığına bu mantıkla vereceğimiz cevap, ne kadar mantıklı ya da mantıkdışı? Elbette ki, «UFO vardır ya da yoktur.» demiyorum. Ama bir şeyin yokluğu ya da hiç mevcûd olmadığı, onun Kurân-ı Kerîm'de bahsedilmemesiyle reddedilemez ya da bir ispata gidilemez diyorum. Aksi halde Ortaçağ Skolastiği'nin körlüğünden, «Bu dediğin İncil'de yer almıyor. O zaman böyle bir şey olamaz!» deyip bilimi reddedişinden ve bilime düştüğü aykırılıktan kendimizi kurtaramayız. Haksız mıyım?!!!
 
  Bugün 32 ziyaretçi (199 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol